23 Şubat 2012 Perşembe

Spleen Fanzin'e özel Pelin Özer ile söyleşi



1)    Her zaman şiirleriyle tanıyıp sevdiğimiz Pelin Özer bu kez karşımıza şiir gibi bir romanla çıkıyor. 17 Haziran, şiirden beslenen hatta kalbi şiirden olan, her zaman kolaylıkla yazılamayacak türden bir roman, belki de  çeşitli duygu ağaçlarından oluşan bir orman!..

Peki Pelin Özer romanını nasıl yorumluyor ?

Çok teşekkür ederim. Bir şair olarak bu yorumların benim için çok kıymetli. Şiir saatini kurarak yazdım 17 Haziran’ı. Bir bakıma düzyazıyı yokuşa sürdüm. O nedenle yazılması da, hayata karışması da epey vakit aldı. Şiir yazmak ile roman yazmak birbirinden öylesine farklı ki… Roman değil de, uzayıp giden bir düzyazı demek daha doğru aslında, çünkü bugün artık roman türü benim hayalini kurduğum yazının çok uzağında. O nedenle romanın olanaklarını kendimce zorlamanın, ona belki de tarifi yapılmamış yeni bir giysi biçmenin hayalini kurdum.

Şiir ve roman sadece yapısal olarak değil, yazarından talepleriyle de birbirinden çok farklı. Şiiri insan her yerde yazabiliyor; yürürken, yolculuk ederken, ufka dalıp gittiğinde… Şiir zorlamaya da gelmiyor; o kendisi istediği zaman geliyor, istemediğinde sizi öylece bırakıp gidiyor. Hırsla çalışarak, başında oturarak, ısrarla, eğip bükerek yazmaya çalıştığınızda sinirlenip sizden yüz çevirebilir hatta. Bağımsızlığına düşkün bir türdür şiir, kendi zamanını kendisi ayarlar. Kadere benzer bir tabiatı vardır. Ama roman öyle değil. Roman, yazarından mutlak sadakat, kararlılık, zindelik, disiplin, düzen talep eder. Ancak o zaman, şartlar yerine getirildiğinde yazarını ödüllendirir ve ona daha önce bilmediği, hiçbir yerde bulamayacağı, okuyarak elde edemeyeceği, elinde kalem olmadan erişemeyeceği bir bilgi bahşeder.

Romanın, kendini bir haikucu olarak tanımlayıp, öyle hisseden, öyle yaşayan biri için pek de uygun bir tür olduğu söylenemez aslında. Ben kendimi mülksüz hissediyorum, adresim yok, gezginim ama 17 Haziran’ı yazarken yedi yıl boyunca kesintili olarak aylarca bir mekâna mıhlanarak çalıştım. Romanın o yerleşiklik talep eden düzenseven doğasına meydan okumak hoşuma gitti. Zaman algısıyla, kurguyla, yerleşmiş bazı kalıpları yıkma çabasıyla uğraşırken üç kez baştan yazdım 17 Haziran’ı. Adresler sık sık değişse de yazma ritmi değişmedi. O derin yoğunlaşma ve disiplin… Şiir kendini bir solukta hayata fırlatır, ardından yazarına derin bir rahatlık yaşatır, burada şiirle birleşen düzyazıda o hale erişmek epey zaman aldı. Kitap yayımlandığında öylesine rahatladım ki hâlâ hücrelerimde o hafifliği hissediyorum.




2)   Önceki kitabın bir şiir, bir haiku kitabı, doğanın hunisinden damıttığın güzel çalışmalardan oluşuyor. Her bir haikun çok özel, sence şiir böyle bir şey midir, damıtılmadan yazılmaması gereken, en az kelimeyle destan yazabilmek midir?

Bu olsa olsa bir ideal. En az kelimeyle destan yazabilmenin hayalini kurarken haiku türüyle karşılaştım ve bu karşılaşma benim için büyük bir şans oldu. Bu tür, sesiyle, duygusuyla, genişliğiyle, okuyanı ve yazanı aynı soluksuzlukta eşitleyen alçakgönüllü doğasıyla kanıma girdiğinde 17 yaşındaydım. Zihnimde dondurmuşum uzun zaman. Ardından yıllar sonra, olgunluğa yakın yeniden, kendi kimyasına uygun olarak, son derece doğal ve aynı zamanda mucizevi biçimde, ona en çok ihtiyaç duyduğum an karşıma çıktığında dünyanın da kılık değiştirdiğini duyumsadım. Haiku sayesinde hiç mezun olamayacağım bir okulda öğrenciyim. Her seferinde bana doğa hakkında, hayat hakkında yeni şeyler öğretiyor. Sadece haiku yazmıyorum, biliyorsun, şiirin pek çok olanağını kullanarak, uzayıp giden şiirler de yazıyorum. Kimi şiirler tekrara ihtiyaç duyar, kimileri sessizlik adaları ister, kimileri yanyana gelmesi zor sözcüklerin işlenmesinden bir manzara yaratır. Sesi, duygusu, formu ne olursa olsun her şiir kendi içinde bir oluşu temsil eder. Ancak doğumla açıklanabilecek özel bir an vardır, ki sanki şair aslında bu ânı doğru yakalayan kişidir. Şiirin damıtılması bence bu ânın doğru tespiti.   


3)   Romanındaki karakterlerden bahsedelim. Yarattığın karakterler içsel olması bakımından sormak istiyorum. Yazarken hangi karakteri kendine yakın hissettin, Duman’ı mı, Demir’i mi?

Duman’ı... İçime çekip kendime katabileceğim için ona bu adı vermiş olmalıyım. Görünür-görünmez şeylere düşkünlüğümden… Duman ruhun sonsuzluğunu temsil ederek çizgisel zamanın beyhudeliğine vurgu yapıyor. Demirse bugüne bağımlı, bedenin gençliğine, dış güzelliğe, çağın uyuşturan hazlarına… Demir dışımda, kendisinin de dışında bir yerde, onu bünyeme dahil edemem. Ama doğada yok olması en çok zaman alan metal olarak dışarıda yaşamayı sürdürüyor. Bu karşıtlığı göstermek benim için hayatiydi. Böylesine uçucu bir duman içimize işlerken, gücü ve sağlamlığı temsil eden bir metal hayatımızdan uçup gidebiliyor.


4) Romanındaki “Olmayan’dan Beklentiler“ köşesinde sade bir liste hazırlamışsın, okurken çok hoşuma gitti, sence bir aşka bir hayata başlanmak istediğinde - karşımızda uygun bir adayın da olduğunu var sayarak – böylesine öznel bir listeye başvurmalı mıyız , yoksa , gelsin hayat bildiği gibi mi   :)  ?

Tabii gelsin hayat! Ama hayat zaten bildiği gibi geliyor ve bizi dilediği gibi oynatıyor. Beni aşk kostümüyle karşılayarak, parmağına takıp oynatmış olmasaydı öyle komik de olabilen –öyle umuyorum- bir liste yazamazdım J
Aşk yüzünden kolum bacağım kırıldı, bu sayede bir liste yazdım J Ama bu liste beni bile yeniden kırılıp dökülmekten korumaz J İlginçtir, liste pek çok arkadaşımın dikkatini çekti, bazıları eşleriyle birlikte okuyup gülüyorlar hatta. 


5)  Romanın başından sonuna kadar hüküm süren aşkın koma halini gözlemliyoruz. Arayışın ya da bulduktan sonra kaybetmeyişin romanı diyebilir miyiz 17 Haziran’a ?

Evet, tabii. Arayışın ve bulduktan sonra kaybetmeyişin romanı… Çok hoşuma gitti bu tanım. İçinde aşk sözcüğü geçmeyen bir roman yazmak arzusuyla yola çıkmıştım ve yolun sonunda kaybetmek istemeyeceğim aşkı bulacağıma emindim. Karşılıklı ve karşılıksız, vaatkâr ve vaatsiz aşkın hallerinden geçerek uzun uzun yürüdüm, yazdım. Yazı dilek taşıdır. Benim dilek taşımdı bu roman. Ve romanın sonunda elini tuttuğum o hayale kitabı tamamladıktan sonra gerçek hayatta kavuştum.

6)  Kitabın bölüm başlıkları da ayrı bir güzellik taşıyorlar kendi aralarında, bana kalırsa bölümleri olmadan düşünülemezdi zaten 17 Haziran, dümdüz bir anlatım tarzı çıkardı ortaya o zaman. Her bir başlık başlı başına şiir olarak göründü gözüme, şiirden beslendiğin için olsa gerek :) Bölüm isimlerinin çekiciliği konusunda ne düşünüyorsun ?

Teşekkür ederim, çok önem verdiğim bir konuya değiniyorsun. “Latife Tekin Kitabı”ndan başlayarak, kitap yazmak ve kitap yapmak üzerine çok düşünüyorum. Yazıp bitirdiğiniz her dosya kitap olmuyor kolayca. Bir kitaba hayat verirken onun bölümleri, perde sayfaları, ara başlıkları öylesine önemli ki benim için. Kitapların da içlerindeki hecelerden bağımsız bir hayatları var. Bir esinle o yapıyı kurmam gerekiyor. Ve bunun için haftalarca, bazen aylarca tefekküre dalıyorum. Ancak tefekkür sözcüğü açıklıyor o hali. Boşlukta saklı o kitabın, sadece içindekilere kılıf olmayan bir mevcudiyeti var. Ona ulaştığımda kitap tamamlanmış oluyor ve o kitabın içindekilerle tam bir uyum halinde olduğunu görmek beni şaşırtmıyor. Sanki o kitap bir yerlerde çok önceden yazılmıştı, tam da o bölümlerle, o başlıklarla, o ithafla… Ve ben o kitaba eriştiğimde sanki eksik kalmış bir parçamı kendime eklemiş oluyorum.



7)   Sen birçok yazar gibi ortalıklarda görünme taraftarı değilsin, edebiyatımızın deforme olmuş ortamıyla alakalı olduğunu bildiğimden sormak istiyorum, çok yazıp ortalıklarda her zaman görünmek midir doğru olan yoksa senin belli periyotlarda nitelikli işler üretip yine aynı belli periyotlarda okuru selamlamak mıdır ?

Doğru olan şeyi bize bünyemiz söylüyor. Kitap, yazarından daha çok şey bilir. Buna yürekten inanıyorum, her yazı serüveninde bunu hissedip yaşıyorum. Hal böyle olunca yazarının değil kitabın görünmesinden daha doğal değil mi? Okurun sezgisine güveniyorum, okur, kendisi için yazılmış olduğunu hissettiği bir kitaba er ya da geç mutlaka ulaşır.


8)  Umarım 17 Haziran’ı yazdıktan ve yayınladıktan sonra uzun bir dinlenme sürecine geçiş yapmamışsındır : ) Çünkü kaleminin gücünü  doğanın belleğinden alan bir yazar–şair , her ne kadar fazlaca göz önünde bulunmak istemese de dinlenme sürecini uzun tutmamalı. Yakın zamanda yeni bir projen var mı ?

Doğanın belleği… Çok güzel bir tanım. Göz önünde bulunmakla dinlenmek arasında bir bağlantı yok benim için. Yazmasam gerçekten deli olurdum. Sait Faik bu sözüyle imdadımıza yetişiyor J Ben hep yazıyorum, her gün mutlaka… Yaşadığım sürece de yazacağımı hissediyorum. Yazmak ve yayımlamak her zaman aynı tempoda gitmiyor. Şiirlerimi dergilerde yayımlıyorum kesintisiz ama kitaplar için ne yazık ki tek bir yayınevinin, editörün koruyucu ve teşvik edici çatısının altında değilim. Bu anlamda da gezgin ve mülksüzüm J Ama bugüne dek çok da şanslıydım, çünkü yayıncılarım hep arkadaşlarım oldu, yazdıklarıma inanan, aşkla yayımlayan arkadaşlarım… “Cam Kulübeler” Roll Yayınları’ndan (ne yazık ki kapandı o yayınevi) “17 Haziran” Alef Yayınları’ndan çıktı. Şimdi hazır şiir dosyam, (2004-2009) yayımlanma aşamasında. Ve yeni roman tezgâhta. Ayrıca söyleşiler, yazılar, şiirler, haiku’lar ve elbette günlükler hep devam ediyor.

9)  Seni tanımak ve okumak bir ayrıcalık olduğu için  keyifli bir söyleşi gerçekleştirdiğimizden bu gece huzurlu bir uyku çekerim diye düşünüyorum : ) Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı ?

Böyle güzel, derin sorularla beni coşturduğun için teşekkür ederim. Bütün uykuların huzurlu olsun J Söyleşiler yazarın kendisiyle, yazısıyla, soruyu yönelten kişinin dünyasıyla, yazdığının o kişiye yansımış yüzüyle hesaplaştığı alanlar. Soranı da, yanıtlayanı zenginleştiren bir tür söyleşi. Bu türe dergilerinde özenle yer açan gençlere ayrıca teşekkür ederim.   

28.12.2011

























































Söyleşi : Emre Gürkan Kanmaz
Spleen Fanzin Sayı 3   Şubat/Mart 2012

12 Şubat 2012 Pazar

Tinbahar


Hipnopedik sorunsalım bunu sorun etmiyorum


Kokmuş sesleri eşeliyorum sabahtan beri
Sararmış anneleri, yararmış aynalar sahi
Tinim bu benim fazla centilmen ne dersiniz
Cinim ya da konyağım benim şiir ah bir bilseniz

Kelime oyunları tanrının işi kedilerin değil
İzafi bir tanımı vardır belki bütün şairlerin
Çikolata yedi demin otobüsteki küçük şirin
Yemin ederim ölmedim vallahi yemin ederim

İnsanın başka meziyeti olmalı ölürken aşkla
Yaşla ilgisi yok acının sorun bakın dünyaya
Bugün yarın başlar utanç üstelik yalanlarıyla
Tinim bir bahardır sizi üzmek istememiştim


Ve hipnopedya günlüğüme kendimi denkledim



Emre Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : Diego Poveda


Bobstil

Whitney Houston içindir


Bob Marley değil bobstil
Çağrışım mı kabul edilebilir
Şimdi sanki Prosopagnosia
Nezaretindeyiz cemaatimizce

I Will Always Love You
Ve ne güzeldir söylemiş bunu
Ölümün içi dahil şiirdir
Ölümün kalbi dahi vardır

Şanslı numaralar gülüyorlar
Soğuklar apadi bir ulak
Yontulmamış insansak
Biz de gülüp geçeceğiz



Dünyamız değil otostop
Yaklaşım mı vazgeçilebilir





Emre Gürkan Kanmaz

Psychedelic illustration : Josh Brown



3 Şubat 2012 Cuma

Yalnızın şiiri


Şiirin alıngan tanrısıyım
Kuşların yüzebilme sanrısı
Belki savaşın adi bir yanlısıyım

Aslında dostlarım
İnsanların en yalnızıyım



Emre Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : The Drawing Book Studios


Nekromantik


 
tutucu
bir soğuk
koynunda uyuyor
kalbimin
 
vurucu
bir ses tonu
mevcut üstelik


...


Emre Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : Par4noid


2 Şubat 2012 Perşembe

Yok Kokusu

Neyin içindeyim
İçimde benim N var !

...

1 /

Direkt sonsuzdan başlamalı aslında çiçekleri seçmeli
Bütün filmleri izleme isteğiyle sinema salonu çiğnemeli
Yırtık bir gecedir halbuki kakaosuz sütümde mana arayan
Direkt obualar sindirmeli aslında rabbın konser salonuna

Ben şimdi bir günümü noktalama dilenciliğimle diriyim
Tanıdığım her nesnenin içindeki binbir hayaletle sevgili
Anlıyorum, insanların içindeki kaçta kaçıdır bu hayaletler
Argümansız, astronomik ücretli olmasından fakir hayatın ?

Yok çaresi, siz belki bilmiyorsunuz ama kokusu da yok !
Direkt yolsuzundan başlamalı bir burnun canına okumaya ...



...


2 /

Ah, anahtar delikleri belgeyen bir sevgilim neden olmasın ?



Emre Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : Adam Pavitt