Bir
sanatçı neye benzer, işte ilk önce bu sorunun yanıtını bulacağız …
Bulacağız
diyorum, çünkü bildiğim kadarıyla benden başka birçok kişi bu sorunun peşinde,
belki abartırsak o bilindik, klişe sorunun da cevabını bulabiliriz : Sanat
sanat için midir yoksa toplum için midir ? …
Saramago’
nun Körlük isimli romanında ya da o romanın Fernando Meirelles imzalı pek fena
durmayan sinema uyarlamasında görünen karakterler gibi burnumuzun ucunu dahil
göremeyecek halde değiliz çok şükür, şükür diyorum ve de gerektiği zaman
şükredebilen insanlardan biri olduğuma kuşku duymuyorum. Bana vakit
ayıracaksanız akabinde şu malum konuyu irdelemeye başlıyorum. Bu kadar giriş
kısmı yeterli kanımca.
Diyelim
ki bir sanatçı kendinin her yönüyle bir sanatçı olduğunu dış görünüşü ile
karşısındaki insana ya da bir kitleye ( umulmaz ya, sadece kendi kitlesine )
hissettiriyor olsun. Hatta abartalım, bir sanatçının dış görünüşü fiyakalı
olmadan sanatçı kimliği anlaşılamıyor. E o zaman tanrının her seferinde yenip
duran hakkı hakkında neler söyleyebiliriz ? Başlıklar altında irdeleyebilir
miyiz ? Bildiğiniz üzere tanrının şu ana kadar kaydı tutulmuş herhangi bir dış
görünüşü yok.
Başlıklar
:
A
başlığı : Tanrı, her ne kadar ona inanmayı reddeden sayısız insanın gözünde bir
hiçse de bir sanatçı olduğu su götürmez bir gerçektir.
B
başlığı : Yine aynı tanrı kötü ününe karşın tarih ve sanat sahnesinde adı en
çok anılan şahıs olmuştur.
C
başlığı : Evet sanatçıdır, evet üreticidir, evet evren ustalık eseridir. Tabi
Stephen Hawking’ e göre Darwin ve kendisinden başka bu kanıyı çürütmeye kimse
onlar kadar vakit ayırmıyordur.
D
başlığı : Ben tanrıyı göremiyor olsam da nasıl bir sanat eseri olduğumu
bildiğimden kendimle övünüyorum efendim. Üstelik kedilerle birlikte !
Vs.vs.vs….
Ne
diyorduk ? Ha, tamam, sanatçı ve onun imajı hakkında konuşuyorduk …
…
Bir
sanatçı, kendinden başka her şeye benzeyebilir, bir taşa, bir kediye, bir kara
deliğe. Yalnızlığın külhanbeyi narasına benzediği de görülmüştür bir keresinde.
( bazen düşünüyorum da, böyle vaaz verir gibi yazarken çok mu anlaşılmaz
oluyorum ? )
…
Benim
sanatçı anlayışıma, belirlemiş olduğum olası sanatçı profiline göre her şey
mümkün şu hayatta. Adı bile önemli değil sanatçı olanın. Sadece varlığı ve
ürettiği eserler değer kazanır izleğimde. Hiç unutmam bir yaz akşamı eski
oturduğumuz evde televizyon izleyesim gelmişti ( ki ben öyle sık sık televizyon
izleyen embesil potansiyeli taşıyan şahıslardan değilimdir. ) Birkaç zap
olayından sonra karşıma Zeynep Değirmencioğlu’ nun gerçekten inanarak başrol
oynadığı bir film çıktı. Hani şu ülkemizin nadide yeşilçamının yine pek nadide
müzikal- komedi türünden, filmografisinin sanıyorum en bilinen filmi. Final
şarkısı da hala ısrarla çoğumuzun hatırındadır :
“
Hayat sevince güzel, sevince tatlı günler
Bir kuşu, kelebeği, bir taşı sevin yeter … “
İşte
o an anladım diyebilirim sanatın ve sanatçının ne olduğunu…
…
Oysa
günümüzde sanat ve sanatçı kavramları kabul edilemez ölçüde mutasyona uğramış
durumda. Tıpkı önceki örneğimizde bahsetmiş olduğum tanrı olgusu gibi.
Dünya
bir yana en kabul edilemez olanı ise bu mutasyona uğrama olayı ülkemizde ne
yazık ki ayyuka çıkmış durumdadır. İçinizde üzüleniniz, evet gerçekten
kahrolanınız vardır, şiddetle inanırım. O heykelin boşuna varoldmadığı gibi
boşuna yıkılması da cabası ayrıca …
Gariptir,
velev ki gariptir sayın okuyucalar – okuyucular tabiri garip durmuyor değil mi
? -
Sanırım
benim sanat ve sanatçı algım normalden biraz farklı konumda. Tabi bu durum
benim açımdan sorun teşkil etmiyor, biliyorum ki benim algı frekansımda olan
hatta seviyemden çok çok üstün bir seviyeye sahip insanlar tanıyor ya da
biliyorum. Kendimi yalnız hissettirmiyor bu durum. Onları da kendi zamanlarında
yalnız hissettirmemişti tabi, Nazımları, Orhan Velileri, Küçük İskenderleri
gibi gibi … Neden ille de şairlerden örenk verdim bilemeyeceğim. Şiire bir din
gibi inanıyor olduğumdan kaynaklanıyor olabilir mi ? Sahiden bilemeyeceğim. Ama
bildiğim bir şey varsa o da dünyayı ve insanlığı istediğimiz boyutta ve
tutarlılıkta değiştirerek güzelleştirecek olan olgunun sadece ve sadece sanat
olduğudur.
Her
ne kadar bir kaygı güdüyormuşum gibi görünse de ben sanat ve sanatçı kavramları
hakkında en öznel yanımla yorumda bulunma cesaretini gösterdiğim için pişman
değilim, benden öncekiler de bu cesaretle içindekileri döktü, benden sonrakiler
için de durum değişmeyecek. Birilerine bir şeyleri öğretme ya da fark ettirme
çabası içinde hiç değilim. Sadece sanatın bazen yavan bir şeymiş gibi lanse
edilmesi canımı sıkıyor. Mesela en bariz örnek olarak yine edebiyattan dem
vurmak istiyorum. Malum soru da hazır şans gereği … Edebiyat sokaktaki insanın
ne işine yarar ? Evet bu soru zaman zaman sorulur, zaman zaman cevaplanır,
birçok soru gibi o da kült mertebesine ulaşmıştır çoktan. Cevaplayanlar hangi
olguya başvurarak yorumladı ya da yorumlayacak bilemiyorum ama yazımı okuma
zahmetine girdiyseniz sizleri sıkmadan naçizane bir şekilde bu soruyu ben de
cevaplamak istiyorum. Edebiyat, sokaktaki insanın maalesef hiçbir işine
yaramaz, yaramıyor. Nedeni de olağan, kabuledilebilir . İnsanlar, yani
delisiyle, akıllısıyla biz beşeriler hayat gailesine düştüğümüzden sanatı lüks
olarak algılıyoruz. Bu bağlamda da “olsa da olur olmasa da” mantalitesiyle
yaklaştığımızdan sanat bizi günlük hayatta irrite etmiyor. Doğal olarak sanatın
kız çocuğu edebiyatta öyle. Sokaktaki simitçi amcaya sorsak ne cevap
alacağımızı biliyoruz Veya hayatını her gün ağ açarak kazanan balıkçı dayının
birine sorsak ? Ama her ne hikmetse işlerine bir şekilde yaradığı da oluyor
edebiyatın. Mesela “ bir elinde ayna / bir elinde cımbız / umurunda mı dünya” ,
“ yazık oldu Süleyman efendiye “ dizeleri gibi birçok dize günlük hayatta
deyimmişçesine rahatlıkla kullanılabiliyor. Gülünç bir durum bu kanımca, gülünç
olduğu kadar da sevimli. Demek ki yarayıp yaramayacağı bir yana edebiyat,
sinema, resim, heykel, karikatür gibi pek çok sanat dalı hayatımızı
şekillendirme de büyük rol sahibidir. Duygularımızı bir kanunmuş gibi
denetleyen kanunsuz bir şey demek ki sanat. Ben belki de bu yüzden kafamda
yaratmış olduğum sevimli meleğimi bu kadar çok seviyorum, bu yüzden içimden
atamıyorum sanat denen zehri, ömrümün kısa oluşuna aldırmamak hoşuma gidiyor,
sanatla ve aşkla benim gibi yaşayanların olduğunu bilmek te tarifsiz bir
mutluluk ayrıca…
Seni
seviyorum Qil !
…
Emre
Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : Tanakun Jonglertlum
28
mart 2012 İstanbul