26 Ağustos 2012 Pazar

Seni seviyorum Qil !





Bir sanatçı neye benzer, işte ilk önce bu sorunun yanıtını bulacağız …

Bulacağız diyorum, çünkü bildiğim kadarıyla benden başka birçok kişi bu sorunun peşinde, belki abartırsak o bilindik, klişe sorunun da cevabını bulabiliriz : Sanat sanat için midir yoksa toplum için midir ? …

Saramago’ nun Körlük isimli romanında ya da o romanın Fernando Meirelles imzalı pek fena durmayan sinema uyarlamasında görünen karakterler gibi burnumuzun ucunu dahil göremeyecek halde değiliz çok şükür, şükür diyorum ve de gerektiği zaman şükredebilen insanlardan biri olduğuma kuşku duymuyorum. Bana vakit ayıracaksanız akabinde şu malum konuyu irdelemeye başlıyorum. Bu kadar giriş kısmı yeterli kanımca.

Diyelim ki bir sanatçı kendinin her yönüyle bir sanatçı olduğunu dış görünüşü ile karşısındaki insana ya da bir kitleye ( umulmaz ya, sadece kendi kitlesine ) hissettiriyor olsun. Hatta abartalım, bir sanatçının dış görünüşü fiyakalı olmadan sanatçı kimliği anlaşılamıyor. E o zaman tanrının her seferinde yenip duran hakkı hakkında neler söyleyebiliriz ? Başlıklar altında irdeleyebilir miyiz ? Bildiğiniz üzere tanrının şu ana kadar kaydı tutulmuş herhangi bir dış görünüşü yok.

Başlıklar :

A başlığı : Tanrı, her ne kadar ona inanmayı reddeden sayısız insanın gözünde bir hiçse de bir sanatçı olduğu su götürmez bir gerçektir.

B başlığı : Yine aynı tanrı kötü ününe karşın tarih ve sanat sahnesinde adı en çok anılan şahıs olmuştur.

C başlığı : Evet sanatçıdır, evet üreticidir, evet evren ustalık eseridir. Tabi Stephen Hawking’ e göre Darwin ve kendisinden başka bu kanıyı çürütmeye kimse onlar kadar vakit ayırmıyordur.

D başlığı : Ben tanrıyı göremiyor olsam da nasıl bir sanat eseri olduğumu bildiğimden kendimle övünüyorum efendim. Üstelik kedilerle birlikte !


Vs.vs.vs….

Ne diyorduk ? Ha, tamam, sanatçı ve onun imajı hakkında konuşuyorduk …




Bir sanatçı, kendinden başka her şeye benzeyebilir, bir taşa, bir kediye, bir kara deliğe. Yalnızlığın külhanbeyi narasına benzediği de görülmüştür bir keresinde. ( bazen düşünüyorum da, böyle vaaz verir gibi yazarken çok mu anlaşılmaz oluyorum ? )


Benim sanatçı anlayışıma, belirlemiş olduğum olası sanatçı profiline göre her şey mümkün şu hayatta. Adı bile önemli değil sanatçı olanın. Sadece varlığı ve ürettiği eserler değer kazanır izleğimde. Hiç unutmam bir yaz akşamı eski oturduğumuz evde televizyon izleyesim gelmişti ( ki ben öyle sık sık televizyon izleyen embesil potansiyeli taşıyan şahıslardan değilimdir. ) Birkaç zap olayından sonra karşıma Zeynep Değirmencioğlu’ nun gerçekten inanarak başrol oynadığı bir film çıktı. Hani şu ülkemizin nadide yeşilçamının yine pek nadide müzikal- komedi türünden, filmografisinin sanıyorum en bilinen filmi. Final şarkısı da hala ısrarla çoğumuzun hatırındadır :

“ Hayat sevince güzel, sevince tatlı günler
  Bir kuşu, kelebeği, bir taşı sevin yeter … “

İşte o an anladım diyebilirim sanatın ve sanatçının ne olduğunu…


Oysa günümüzde sanat ve sanatçı kavramları kabul edilemez ölçüde mutasyona uğramış durumda. Tıpkı önceki örneğimizde bahsetmiş olduğum tanrı olgusu gibi.
Dünya bir yana en kabul edilemez olanı ise bu mutasyona uğrama olayı ülkemizde ne yazık ki ayyuka çıkmış durumdadır. İçinizde üzüleniniz, evet gerçekten kahrolanınız vardır, şiddetle inanırım. O heykelin boşuna varoldmadığı gibi boşuna yıkılması da cabası ayrıca …

Gariptir, velev ki gariptir sayın okuyucalar – okuyucular tabiri garip durmuyor değil mi ? - 
Sanırım benim sanat ve sanatçı algım normalden biraz farklı konumda. Tabi bu durum benim açımdan sorun teşkil etmiyor, biliyorum ki benim algı frekansımda olan hatta seviyemden çok çok üstün bir seviyeye sahip insanlar tanıyor ya da biliyorum. Kendimi yalnız hissettirmiyor bu durum. Onları da kendi zamanlarında yalnız hissettirmemişti tabi, Nazımları, Orhan Velileri, Küçük İskenderleri gibi gibi … Neden ille de şairlerden örenk verdim bilemeyeceğim. Şiire bir din gibi inanıyor olduğumdan kaynaklanıyor olabilir mi ? Sahiden bilemeyeceğim. Ama bildiğim bir şey varsa o da dünyayı ve insanlığı istediğimiz boyutta ve tutarlılıkta değiştirerek güzelleştirecek olan olgunun sadece ve sadece sanat olduğudur.

Her ne kadar bir kaygı güdüyormuşum gibi görünse de ben sanat ve sanatçı kavramları hakkında en öznel yanımla yorumda bulunma cesaretini gösterdiğim için pişman değilim, benden öncekiler de bu cesaretle içindekileri döktü, benden sonrakiler için de durum değişmeyecek. Birilerine bir şeyleri öğretme ya da fark ettirme çabası içinde hiç değilim. Sadece sanatın bazen yavan bir şeymiş gibi lanse edilmesi canımı sıkıyor. Mesela en bariz örnek olarak yine edebiyattan dem vurmak istiyorum. Malum soru da hazır şans gereği … Edebiyat sokaktaki insanın ne işine yarar ? Evet bu soru zaman zaman sorulur, zaman zaman cevaplanır, birçok soru gibi o da kült mertebesine ulaşmıştır çoktan. Cevaplayanlar hangi olguya başvurarak yorumladı ya da yorumlayacak bilemiyorum ama yazımı okuma zahmetine girdiyseniz sizleri sıkmadan naçizane bir şekilde bu soruyu ben de cevaplamak istiyorum. Edebiyat, sokaktaki insanın maalesef hiçbir işine yaramaz, yaramıyor. Nedeni de olağan, kabuledilebilir . İnsanlar, yani delisiyle, akıllısıyla biz beşeriler hayat gailesine düştüğümüzden sanatı lüks olarak algılıyoruz. Bu bağlamda da “olsa da olur olmasa da” mantalitesiyle yaklaştığımızdan sanat bizi günlük hayatta irrite etmiyor. Doğal olarak sanatın kız çocuğu edebiyatta öyle. Sokaktaki simitçi amcaya sorsak ne cevap alacağımızı biliyoruz Veya hayatını her gün ağ açarak kazanan balıkçı dayının birine sorsak ? Ama her ne hikmetse işlerine bir şekilde yaradığı da oluyor edebiyatın. Mesela “ bir elinde ayna / bir elinde cımbız / umurunda mı dünya” , “ yazık oldu Süleyman efendiye “ dizeleri gibi birçok dize günlük hayatta deyimmişçesine rahatlıkla kullanılabiliyor. Gülünç bir durum bu kanımca, gülünç olduğu kadar da sevimli. Demek ki yarayıp yaramayacağı bir yana edebiyat, sinema, resim, heykel, karikatür gibi pek çok sanat dalı hayatımızı şekillendirme de büyük rol sahibidir. Duygularımızı bir kanunmuş gibi denetleyen kanunsuz bir şey demek ki sanat. Ben belki de bu yüzden kafamda yaratmış olduğum sevimli meleğimi bu kadar çok seviyorum, bu yüzden içimden atamıyorum sanat denen zehri, ömrümün kısa oluşuna aldırmamak hoşuma gidiyor, sanatla ve aşkla benim gibi yaşayanların olduğunu bilmek te tarifsiz bir mutluluk ayrıca…

Seni seviyorum Qil !




Emre Gürkan Kanmaz
Psychedelic illustration : Tanakun Jonglertlum

28 mart 2012 İstanbul


Hiç yorum yok: