26 Ağustos 2012 Pazar

Yavuz Çetin' e dair ...


          


            Ne zaman başlamıştı bu rüyayı yaşamak, hatırmalıyorum ama uzun yıllar önceydi diyebilirim. Sanırım doksanların sonu, milenyum çağının ilk yıllarıydı. Bir öğleden sonra arkadaşlarımla okuldan eve dönerken mide kazıntımızı gidermek için bir büfenin önünde söylediğimiz siparişleri beklemeye koyulmuş, konuşuyorduk. Konu müzikten açılmıştı, - gençlik işte , ya da saf anlamıyla ergenlik diyelim – her kafadan farklı müzik tarzlarıyla uğraşan müzisyen isimleri dökülüyordu. Ben o zamanlar müzikle şimdi olduğu kadar ilgili değildim. Arkadaşlardan biri Yavuz Çetin isminde bir gitarist olduğunu ve çok iyi müzik yaptığını söylemişti. O zamanlar ne internet ne de müzik piyasası ( korsanı da dahil ) bu denli gelişmiş değildi . Kafama takıldı, bu işin peşini bırakmak istememiş olacağım, bizim alt cadde de bir müzik market vardı, sordum soruşturdum sonunda Yavuz Çetin’in Satılık isimli albümünü getirttim dükkana. Sağolsun birkaç günlük araştırma sonucunda albümü temin edebilmişti dükkan sahibi. Bir meraktır albümü satın aldıktan hemen sonra koşar adımlarla evimin yolunu tuttuğumu hatırlıyorum. Ve sonra beklenen an gelmişti, müzik setime cd yi koyup ( o zamanlar bilgisayar piyasası da gelişmiş değildi  : ) ) ilk tınıya ilk melodik oyuna hazırdım. Cherokee isimli parçası dönerken kelimenin tam anlamıyla beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Sonra sırasıyla bir film gibi kulağımdan geçip gitmeye başlamıştı şarkıları. Oyuncak dünya, Yaşamak İstemem, Bul beni, Her şey biter, Benimle uçmak ister misin ve diğerleri, tekrar tekrar, saatlerce …

           İşte böyle başlamıştı onun müziğine olan esaretim. Hayatımın neredeyse her anında müziğini duyar, hisseder olmuştum. Sinirlendiğimde, üzüldüğüm ya da sevindiğimde, aşık olduğumda ya da kullanıldığım zamanlarda hep onun müziği vardı belleğimde. Bir türlü vazgeçemiyordum giter sololarından, blues kokan sesinden, duruşundan …

           Üzerinden çok zaman geçtikten sonra, Satılık isimli albümü bana yetmemeye başladı. Teknolojinin ve internetin yardımıyla artık üstadı daha yakından araştırma ve tanıma fırsatı elde etmiştim. Biyografisinden çalışmış olduğu isimlere , ilk albümü ve grubu Blue Blues Band olarak sahne aldığı yerlerde çaldığı cover parçaların ses kalitesi bozuk kayıtlarına kadar bulabildiğim her veriye gözüm dönmüş bir şekilde kavuşmuş olmanın tarifsiz mutluluğunu ve hazzını yaşıyordum. Kimi insanlar gibi özel ve iş hayatımda istikrarı sağlayamamış olsam da albatros heybetiyle zihnimde sonsuza dek kiracı hayallerim ve türk blues müziğinin gelmiş geçmiş en iyi müzisyenin parlayan varlığı vardı artık. Mutluydum, hastalıklı bir mutluluktu bu ama mutluydum. Çocuklarıma hatta torunlarıma bırakabileceğim türden bir mutluluktu …

           



           Bazen diyorum, keşke böyle çekip gitmeseydin dertli gitar, her geçen gün bu spleen dünyada kahrolup çürüsende yaşamalıydın, inatla, müşkilpesat ... Daha çok hissedip daha çok müzik yapsaydın. Ödüller alsaydın hayatına sığdıramayacak kadar, aşkların olsaydı kalbini patlatacak kadar, oğlun Yavuzcan’ın büyüdüğünü, senin izinden gittiğini görebilseydin. Şiirimi senin müziğinle beslemeye devam etseydim. Oysa sana dair çok az şey var elimizde, her gün o azlıkla büyütüyoruz seni, iyi ki vardın …




Emre Gürkan Kanmaz


Hiç yorum yok: