Ne zaman başlamıştı bu rüyayı
yaşamak, hatırmalıyorum ama uzun yıllar önceydi diyebilirim. Sanırım
doksanların sonu, milenyum çağının ilk yıllarıydı. Bir öğleden sonra
arkadaşlarımla okuldan eve dönerken mide kazıntımızı gidermek için bir büfenin
önünde söylediğimiz siparişleri beklemeye koyulmuş, konuşuyorduk. Konu müzikten
açılmıştı, - gençlik işte , ya da saf anlamıyla ergenlik diyelim – her kafadan
farklı müzik tarzlarıyla uğraşan müzisyen isimleri dökülüyordu. Ben o zamanlar
müzikle şimdi olduğu kadar ilgili değildim. Arkadaşlardan biri Yavuz Çetin
isminde bir gitarist olduğunu ve çok iyi müzik yaptığını söylemişti. O zamanlar
ne internet ne de müzik piyasası ( korsanı da dahil ) bu denli gelişmiş değildi
. Kafama takıldı, bu işin peşini bırakmak istememiş olacağım, bizim alt cadde
de bir müzik market vardı, sordum soruşturdum sonunda Yavuz Çetin’in Satılık
isimli albümünü getirttim dükkana. Sağolsun birkaç günlük araştırma sonucunda
albümü temin edebilmişti dükkan sahibi. Bir meraktır albümü satın aldıktan
hemen sonra koşar adımlarla evimin yolunu tuttuğumu hatırlıyorum. Ve sonra
beklenen an gelmişti, müzik setime cd yi koyup ( o zamanlar bilgisayar piyasası
da gelişmiş değildi : ) ) ilk tınıya ilk
melodik oyuna hazırdım. Cherokee isimli parçası dönerken kelimenin tam
anlamıyla beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Sonra sırasıyla bir film gibi
kulağımdan geçip gitmeye başlamıştı şarkıları. Oyuncak dünya, Yaşamak İstemem,
Bul beni, Her şey biter, Benimle uçmak ister misin ve diğerleri, tekrar tekrar,
saatlerce …
İşte böyle başlamıştı onun müziğine
olan esaretim. Hayatımın neredeyse her anında müziğini duyar, hisseder
olmuştum. Sinirlendiğimde, üzüldüğüm ya da sevindiğimde, aşık olduğumda ya da
kullanıldığım zamanlarda hep onun müziği vardı belleğimde. Bir türlü
vazgeçemiyordum giter sololarından, blues kokan sesinden, duruşundan …
Üzerinden çok zaman geçtikten sonra,
Satılık isimli albümü bana yetmemeye başladı. Teknolojinin ve internetin
yardımıyla artık üstadı daha yakından araştırma ve tanıma fırsatı elde
etmiştim. Biyografisinden çalışmış olduğu isimlere , ilk albümü ve grubu Blue
Blues Band olarak sahne aldığı yerlerde çaldığı cover parçaların ses kalitesi
bozuk kayıtlarına kadar bulabildiğim her veriye gözüm dönmüş bir şekilde
kavuşmuş olmanın tarifsiz mutluluğunu ve hazzını yaşıyordum. Kimi insanlar gibi
özel ve iş hayatımda istikrarı sağlayamamış olsam da albatros heybetiyle
zihnimde sonsuza dek kiracı hayallerim ve türk blues müziğinin gelmiş geçmiş en
iyi müzisyenin parlayan varlığı vardı artık. Mutluydum, hastalıklı bir
mutluluktu bu ama mutluydum. Çocuklarıma hatta torunlarıma bırakabileceğim
türden bir mutluluktu …
Bazen diyorum, keşke böyle çekip
gitmeseydin dertli gitar, her geçen gün bu spleen dünyada kahrolup çürüsende
yaşamalıydın, inatla, müşkilpesat ... Daha çok hissedip daha çok müzik
yapsaydın. Ödüller alsaydın hayatına sığdıramayacak kadar, aşkların olsaydı
kalbini patlatacak kadar, oğlun Yavuzcan’ın büyüdüğünü, senin izinden gittiğini
görebilseydin. Şiirimi senin müziğinle beslemeye devam etseydim. Oysa sana dair
çok az şey var elimizde, her gün o azlıkla büyütüyoruz seni, iyi ki vardın …
Emre
Gürkan Kanmaz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder